6 Kasım 2019 Çarşamba

Benliğime





   Kasım 2019


   Hastalık. Nasıl bişi biliyor musunuz? Bu bedenen olan bir şey değil. Bu iki kişinin arasında olan kötü ve hatta iğrenç olan bir durumdan ibaret bir şey bu. Asla çıkamıyorum bu şeyin içinden. Evet bi ilişki istiyordum ama o ilişkiyi isterken karşındaki insanda karakter ve saygı istemeyi unutmuşum. Ben her geçen gün zehirleniyorum. Sanki her yanıma sülük yapıştırılmış ve ben o halde geziyormuşum gibi hissediyorum boğuluyorum.. O kadar çok acı çektim ki sanırım bunun tarifi olamaz diye düşünüyorum. Bir insanın başka bi insanı nasıl yorduğunu daha şimdi anladım sanırım. Tek istediğim bitsin ve gitsin!




   Ağustos 2018
 

   Çok uzun zaman geçti kendimle yüzleşmeyeli değil mi? Yüzleşmekten korktuğum içindir, sakın yanlış anlamayın korkak olduğumdan değil, sadece gücümü toplamaya çalışıyorum bu süre zarfında ama şöyle bir durum var şuan bu yazıyı yazarken inanın çok güçsüzüm. En güçsüz zamanlarımdan birinde değilim fakat bilirsiniz ya işte o duyguyu toparlanmaya çalışırsınız ama başarısız olursunuz ama ne bir şey kazanamamışsınızdır nede kaybetmişsinizdir bu şey gibi biraz 'bataklıkta çırpındıkça batarsınız' bu durumda değilim tamam, omuzlarıma kadar bataklıkta olduğum doğru ama çırpındıkça da batmıyorum da, sabit kalıyorum. Kıpırdasam da çırpınsam da olduğum sabitlendiğim yerden ayrılamıyorum. Zaman ve mekandan soyutlandım, bu bir lütuf mu yoksa ceza mı bilmiyorum. Bu süre zarfında kendi içim de çokça yolculuk yaptım. Zaman yolculuğuna inanır mısınız? Yapmasaydım..




  Kasım 2017


   Bir kere sadece, bir kere olsun bunu yaptım. İç sesimi dinledim içerideki çocuğu dinledim o masum kararları alan sesi dinledim ve şuan nerede miyim? Schiphol Havalimanı! Burada ne yaptığım hakkında en ufak fikirim dahi yok. Sahiden ne yapıyorum burada? Neden buradayım? Bu fedakarlık onun için değer mi? Umurumda değildi hiç bir şey, en ufak şekilde bile umurumda değildi. Hayatım da ilk defa yanılmadığımı hissettim, hayatımda ilk defa içimdeki sesi dinledim ve buradayım. En ufak pişmanlık yaşamadan elimde valizim beni arabayla alıp otel odama götürmesini bekliyordum. Sadece tek düşündüğüm şey yüzü ve yaşadığım heyecan. Aklımda en ufak soru işareti yok. Anı yaşıyordum evet evet yaptığım tek şey buydu anı yaşamak. Amsterdam günlerin. Mutluluk. Enerji...



   Kasım 2016


   Soğuk bir kışa gireceğimiz belliydi, her dışarı çıktığımda soğuktan kaçmak için kendimi önce arabaya ardından metro daha sonra okul servisine ve okula atıyordum kulağa çok meşakkatli geliyor gibi göründü sanki, ama bunları hepsi minimum 30 dakika sürüyor. Zaten ondan 2 ay sonra baldırlara kadar kar yağdı. O sıralar tinder kullanıyordum bomboş birileriyle konuşup yazışıyordum o güne kadar hayatımda 2-3 kişi ile buluşmuştum biliyorsunuz, pek birileriyle buluşma niyetinde değildim hala da değilim. Bir hafta öncesinde bir instagram adresi dikkatimi çekmişti iki like attım, güzel bi sayfası vardı dikkat çekmemesi mümkün değildi o da beni likeladı sonrasında aynı şeyi ben ona ve o beni takibe bende onu takibe aldım o halde içinde tinder da çok tesadüfü şekilde eşleştik düşünmemiştim orada karşılaşacağımızı 




17 Şubat 2017 Cuma

Benliğimden küçük küçük size





    Morning on the Upper East Side!!
Evet uzun bir süredir yoktum farkındayım, ama siz farkında mıydınız bundan bir haberim. Bütün bloggerlar kabuklarına çekildiğine göre zaman benim zamanım diyerekten, odamın perdesini araladım ve güneşin içeri girmesine izin verdim. Kokulu güzel bir mum yakıp bilgisayarımın kapanığını açtım. Şubat ayının ortalarında hangi güneşten hayır beklediğimi ben bile bilmiyorum doğrusu..

   "Düşünüyorumda.. anlatacak çok şey mi birikti veya anlatacak yüzümüz kaldı mı diye. Bunun yanıtını ben tek başıma alamadım, belki siz bunun yanıtını alabilirsiniz diye umuyorum, hem bu arada bana da söylemiş olursunuz.
   Son yazımı Ocak ayında yazmışım. Ocaktan bu yana çok şeyler değişti mi, net olarak söylemeliyim ki HAYIR."

   Diye not almışım en son, taslaklar arasında kalmış bu yazımda. Biliyor musun blog aslın da o kadar fazla şey değişti ki... O kadar çok zaman geçti ki bir şeyler yazmayalı, anlatmayalı ve paylaşmayalı. Hani her şey biran da çok hızlı gelişir, dallanıp budaklanır ve sen hala anlamamış bir halde, çok bilindik gelen o köşede olayları sindirmeye çalışır haldesindir, o bütün olan bitenleri 3. gözlemci olarak izlersin ya o bilindik köşeme çökmüş bir halde tam öyleyim o halin içindeyim. Hadi ama bunu bir tek ben yaşamış olamam. Nedense çok eminim sizin de çoğu zaman bu durumun içine düşüp, aniden gelen bu duygu sürüsünün bize çok fazla gelip sindirmeye vakit bulamadığınıza o kadar eminim ki, ben hala o yığının altındayım. Mesela en basitinden; okulumun son yılı bile değil tam olarak son dönemindeyim, sanmıyorum o ortalama ile mümkünatı yok ben mezun olamam, hangi ara bu kadar hızlanıp geçip gitti bütün bu olan biten? 4-5 ay içinde mezun olacağım ve bütün hayatım yeniden bütünüyle değişip şekillenecek. 'Hazır' veya 'değilim' cevabını bulamıyorum kendi içimde. Bir de artık şu klasik şey gelip çattı; gaylerin askerlik sorunsalı da tamamen kapıya dayanmış oldu, aslında bununla ilgili en ufak problemim yoktu. Elbette her sağlıklı normal erkek gibi bende askere gitmek istiyordum, taki siyaset yapan bireylerin saçmalamaları yüzünden şehit olan genç çocukları gördüğümden beri askerlik ölüme gitmekten farksız kalıyor benim gözümde üzgünüm :/
  
   Sanırım bunun güncellemesini de yapmam gerekiyor sizlere die düşünüyorum, son yazımdan bu yana (yani son bir yılda) 4 kişi ile buluştum, yani tanımak ve de tanışmak istedim ama onlar daha çok beni yataklarının üzerinde çıplak olarak tanımayı düşündükleri için elleri şeylerinde geri döndüler Allah'ın pis zavallı sapıkları. Bir insanın sadece tek derdi nasıl zevk almak olabiliyor? Hem de başkaları üzerinden, başkalarını kullanarak. Hiç bir zaman anlayamayacağım, yani ön yargı olarak söylemedim bunu, uzun bir süre daha anlayamacağım türünde söyledim. Ama sanırım onu eklemem gerek onlardan sadece biri tüm diğer insanlardan farklıydı, tamamen.. Sanırım bunları daha sonra uzun uzun anlatsam daha iyi olacak diye düşünüyorum. 

   Kendimi tanımaya ve kendimle sanki bir arkadaşmışım gibi vakit geçirmeye bir adım daha yaklaştım sanırım. Zaman içinde bunun daha iyi anlayıp daha sonralar kavrayacağım sanırım. Kendimi ilk önce deli gibi kaybedip, daha sonra ara sokaklarda tek tek parçalarımı ve kopyalarımı buldum bu dönemde.  Onları adım adım takip edip tek tek nazikçe elime alıp geniş ağızlı oldukça da büyük olan kesemin içine attım. Onlar orada harmanlana dursun, gereği geldikçe birleşsinler, gereği geldikçe birbirlerinden ayrılıp kesemin en uç noktalarında dursunlar hiç fark etmez onlar benliğimin parçaları.
  
    Garip bir şekilde kitapta okuyamıyorum, aslında sanırım garip olan kısımı bu değil garip olan kısımı; kitaplarla aram gayet çok iyi her okul çıkışı alışveriş merkezine girip bir veya iki kitap satın almak ama aralıksız, işin daha da garip kısımı satın almayınca kötü hissediyorum :o aldığım kitapları da asla okumuyorum (okuyamıyorum). Sanırım tam da bu kısımda ap açık bir şekil de sorunlu olduğumu gün yüzüne vuruyorum. Aslına bakılırsa bir nevi bağlanma sorunu yaşıyorum, kitaba başlayıp yanından ayırmama olayını, kendimi kitabı bitirmeye deli gibi koşullayıp zorluyorum ve sanırım en can alıcı kısım burası diye düşünüyorum karakterlerle kendimi deli bir şekil de özleştirmem de ayrıca beni yıpratıp üzdüğü için kitapları okumak için elime aldığımda 3 keze düşünmek durumunda kalıyorum. Kendimi özleştirdiğim karakter üzülünce kendimi depresyona sokup ağlama krizlerine mi sokmuyorum, o mutlu olunca çiçekçiden çiçekler mi satın almıyorum daha neler neler.. Ben hangi ara bu duruma geldim siz yemin ediyorum hiç bir fikirim yok ben ki insanlarınkinden çok kitapların samimiyetine inanırdım. Onlarla uyuya kalırdım yatağımın içinde, sabah uyandığımda baş ucumda olurdu 3-4 tane kitap.. Burada kesinlikle kitap okumanın kötü olduğunu değil aksine güzel bişi olduğunu dile getirmeye çalışmam lazım. Nil karaibrahimgil'in dediği gibi ''Her gün oku. Her şeyi oku. Ağaç olmak nasıldır, Van Gogh olmak nasıldır, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış olmak nasıldır? Öğren. Bir gün hepsi, bir yapboz gibi, birleşip sana inanılmaz gerçekleri gösterecek.'' Kesinlikle öyle, kitap okumak sanki nasıl bir şey bana göre biliyor musunuz, yan yana dizilmiş bir sürü ev var ve siz de elinde tabure ile gezen yazamaz çocukların tekisiniz. Yeni bir kitaba başladığınızda ise taburenizi yeni bir evin penceresinin hemen altına koyup tabureye çıkıp o evin/kitabın içindekileri bütün olup biteni izlemek gibi...   

   Ocak, inanabiliyor musunuz son yazı yazmamın ardından boca bir yıl ve üstelik bir ay geçmiş. Ama tabi taslak olarak karalayıp karalayıp durduğum bir kaç yarım yarım yazılar var, tamamlayıp tamamlamamakta kararsızım, onları da saymazsak geriye hiç bir şey yapmadığım açığa çıkacak. Ne mi yaptım, bol bol gezdim, yeni cafeler yeni insanlar yeni alışkanlıklar edindim. Cebimde beş lira kalmayana kadar geze geze alışveriş yapa yapa deli gibi harcadım (yarınları düşünmeden). Çok pervasız davrandım o yönden. Asla pişman değilim, yanlış, utanılacak veya içime sinmeyen hiç bir şey yapmadım. Ne yaptıysam ciddi anlamda kendim için yaptım, kendi rahatlığım ve refahım için yaptım. Evet alkol kullanmayı hiç sevmiyorum tadı bana ne yazık ki hiç cazip gelmiyor, içmesem aradığım yokluğunu çektiğim bir şey değil, bu yıl hiç olmadığı kadar içtim. Kontrolleri biran olsun elimden bırakmak ve hani filmlerdeki gibi kendimden geçmeye çalıştım ama ne yazık ki başarısız oldum. Alkol o kadar da güzel değil arkadaşlar diye bir dip not bırakmak istiyorum tam da buraya bakalım bir yıl sonra alkolik olup buraya neler yazacağım :p  Bu yazım biraz daha son düşüncelerim ve durum güncellemesi gibi oldu. Aslına bakarsanız hiç içime sinmeyen bir yazı oldu ama bunu yazmaya beni aldığım bir mail teşvik edip şevklendirdi ismini paylaşmama kızar mı pek bir fikrim yok ama sevgili Yaren beni şevklendirip motive ettik ha bir de artık bit yaşam belirtisi vermem gerektiğini düşündüm.
 
    Zamanım yok demek ciddi bir yalan hem de en ağırlarından. Uğraşmam gereken değil de, hobi olarak uğraştığım şeyleri erteleye ertele öyle bir yığın oluşturdum ki kendime artık altından kalkamayacak bir seviyeye ulaştığım için tüm bu kaçışlarım, tüm bu çırpınışlarım.  Zaman ayıramadığım ve zaman yaratamadığım için kaçan bir sürü fırsatıma da yazık oldu. Sırf biraz daha mutlu ve huzurlu olabilmek için bunlar. Yoksa zaten hepimiz aynı doğan güneşin altındaki sabahlara uyanıp, aynı gecelere umutlarla yatıyoruz.

29 Ocak 2016 Cuma

Balmain


(soldan sağa) Adriana Lima, Rosie Huntington-Whiteley, Crista Cober, Isabeli Fontana ve Joan Smalls


   Bugün aslında uzun zamandır merceğim/merceğimiz altıdan olan bir markadan bahsedeceğim, bugüne kadar hiç modadan bahsetmediğimi fark ettim. Moda çok büyük bir okyanus, neresinde tutarsan orasından gitmiyor. Çünkü her an kendi tarzını kendi giydiklerini bir şeylere uyarlamak zorundaymışsın gibi hissedersin. Bazen de bir mankenin üstündekini bire bire aynı şeklinde giyersin. Her gün heran farklı bir şey çıkıyor, bu aynı teknoloji gibi heran yeni gelişmeler olabilen bir şey. Mesela bir ünlü kendi instagram hesabına bir fotoğraf çekip koyuyor, elinde tutuğu şeyin ise bir ürün yerleştirmesi. Hop stoklarda bitiyor o ürün. Herkes onun gibi kombinlemeye çalışıyor.

   Reklam sektörünün başında aslında olayın en büyük temsilcisi instagram, diğer platformlara göre daha görsel bir etki bırakmasından dolayı bu nedenli revaşta. İnstagrama girişi, çok uzun bir süredir olan bişi değil maksimum 2 sene, özellikle son yılda bunu fark eden markalar bunu potansiyel reklam olarak gördükleri için bu işi arttırarak devam ettirmekteler. Bakalım önümüzdeki zamanlarda neler çıkacak.
 

Bella ve Gigi Hadid, Kylie ve Kendall Jenner, Joan ve Erika Smalls

   Lafı dolandırmadan bahsetmek istediğim şey Balmain. Neden Balmain mi? Bahsetmek istememin sebebi aslında beni bu yola getiren şey. Pazarlama taktikleri her zaman dikkatimi çekmiştir. Olivier'ın yaptığıysa oydu ve merceğime yaklaşık bir yıl önce girdi. Aslında Christophe Decarnin'den de bahsetmek isterdim ama onun yerine size geçtiğimiz senelerde yeni kreatif direktoru Olivier rousteing'in Moda pazarında markayı çığ gibi büyütmesini bahsetmek daha tutarlı olur. Sonuçta şu kıştan ayından beri herkes H&M and Balmain koleksiyonunu biliyordur değil mi? Burada bilmeniz önemli, aklınıza kazındı mı? Evet kazındı, o zaman bir pazarlama taktiği işe yaramış demektir.

  
Kim Kardashian, Olivier Rousteing

    "Olivier, 1986 yılında Fransa’da dünyaya geldi. Çocukluğu Fransa’nın beyaz ve kırmızı şarabıyla ünlü Bordeaux şehrinde geçti. Paris, küçük Olivier’in ayak seslerini gençliğe adım atarken duyar gibiydi. Olivier’in tek hayali Paris’e yerleşip büyük bir tasarımcı olmaktı. Bir hayalin peşinden koşabilmek için sadece yetenek yetmez bazen. Onda yetenekten fazlası vardı. Mezun olduktan sonra usta koltuğuna oturmak deyim yerindeyse her yiğidin harcı değildir. Olivier 2003 yılında mezun olur olmaz Roberto Cavalli’nin kreatif direktörlük tahtını ele geçirdi. 5 yıl süren Cavalli hikayesi ardından, genç tasarımcının yolu Balmain ile kesişti." Vogue Türkiye

   Size şimdi olayların bomda gibi patladığı o ana götüreceğim. KARDASHİAN 
Olayların aslında başlama yeri Kanye West ve Kim Kardashian. Belki çoğunuz hatırlar. Balmain Spring/ Summer 2015 Menswear. Erkek giyim olmasına rağmen artık hatır namına mı bilinmez ama Kimye olarak oradaydılar aslında dikkati çeken bir noktaysa bundan sonra başladı. Vogue'da şöyle bir başlık atıldı: "Balmain Ordusuna Onlarda Katıldı" Biz daha olayı tam kavrayamadan Balmain Army/ Balmain ordusu diye bir kavramla karşılamamız yetmezmiş gibi bu sene generallerin bile olduğunu öğrendik, ünlülerin sıraya girdiğini öğrendik. Tabi Olivier'ın Kardashian ailesiyle yakın bağlarının olmasının da bu işin kat kat büyümesine neden oldu. Tamam Kardashianları belki sıradan veya sıkıcı ve hatta utanç verici bulabilirsiniz ama Kylie 49M, Kim 58M, Kendall 47M (Milyon) İnstagram takipçilerinin olduğunu düşünürsek. Bu işin neden patladığını anlamak zor değil.




   Yıllar içinde kendi zevkiyle Balmain'in geleneksel çizgisini harmanlayan Olivier'ın. Yıldızı zaman içinde daha çok büyüdü. Yeni bağlantılar, yeni iş birlikleri derken H&M Balmain ile bu sefer orta sınıf için el işciliğini H&M ile birleştirip. Büyük izdihamları yarattılar, bunu rezillik olarak mı yorumlarsınız hiç bir fikrim yok ama tam bir izdihamdı. Belki de marka reklamlarında Kendall Jenner'ın ve Gigi Hadid'in yer almasındandır, belki de altın altın ışıldayan elbiselerin 300 tl'ye satılmasından mıdır bilinmez. Özel lansımanlar, özel davetler ve daha sonrasında halka açık satış yapıldı. Ama izdihamda kapılarda saatlerce bekleyen insanlar mı dersiniz, izdihamda ezilenler mi dersiniz bin bir olay. 

   Ardın da o sıralarda bütün ünlüleri aynı fotoğraf pozuna sığdıracak bir doğum gününü kutladı. Aslında yazının başından bu yana anlayacağınız gibi hatır işleri ve iyi dostlular ve elbette birazcık yetenekle olacak şeyler bunlar gibime geliyor. Elbette işin aslı yetenek ve eğitimde de yatıyor. Çok dikkatimi çeken bir şey daha eklemek istiyorum tamam elbette şuan Balmain defilelerine çok çok ünlü mankenler çıkıyor ama Christophe Decarnin'da Olivier Rousteing'de Esmod mezunu olduğunu biliyor muydunuz?

   İşte en son Balmain Ordusuna katılan Generaller. Hakikaten Generaller yalnız, eski ve sağlam isimler var aşağıda. İlkbahar/Yaz 2016 koleksiyonu için aslında yine Kardashian'ların aile markası gibi olduğu için yeni sezon için gene Kendall Jenner görmeyi planlarken işler tamamen değişmişe benziyor. Doksanların fırtınalarından çıkagelen üç ziyaretçi karşıladı bizi Claudia Schiffer, Cindy Crawford ve Naomi Campbell. Olivier'ın tamda istediği gibi sexy değil! Güçlü, asil ve cazibeli kadın imajı için biçilmiş kaftan bişiler bunlar.

"Tarzını dört kelimeyle tanımlıyor: lüks, modernite, çeşitlilik ve kalite. Paris’te kurulan Balmain ordusuyla dünyayı ele geçirmeye kararlı. 2015’in ilk aylarında Londra’da açtığı Balmain mağazası, Olivier’in ordusunun Paris dışındaki ilk kale olma özelliğini taşıyor. " Vogue Türkiye







22 Ocak 2016 Cuma

Yeni sayfalar




Evet yeni yılın ilk yazısına başlamış bulunmaktayım not hepinizden nefret ediyorum.
   Aslında cidden itiraf etmeliyim ki, yeni yılın ilk haftaları harika geçti hatta durup lan ne oluyoruz diye kendime sordum ama takibi her çıkışım, Atatürk'ün dediği çağdaş medeniyetler seviyesine çıktığım gibi direk popomun üstüne düşmem bir oldu. Yok canım ölmedim ciğerlerim söküldü sadece
Yazının ilerleyen kısmında belki laf lafı açarda duyarsınız çünkü şuan anlatmak gibi bi planım yok.
   Benim şu kararlar alma merasimimi biliyorsunuzdur belki bknz önceki yazılara, evet yeni yılda da bir sürü ton karar aldım. DETOX. Bu kararımı ertesi gün 5 dilim irmik tatlısı yedikten sonra tuvalette, boğazımı parmaklarken kutladım. İtiraf etmeliyim ki tatlı, abur cubur yedikten sonra acayip derecede pişmanlık hissediyorum, sanki yedikten yarım saat sonra yüzüm afrika fiziki haritası gibi kabar kabar kabaracak, sivilceler, çıbanlar, yandan sarkan kilolar. Aklıma envai çeşit şey geliyor. Aslında arkada bıraktığımız yılda, yaptığım programda üç aya yakın çikolata şekeri ne varsa çıkarmıştım hayatımdan. Bu yıl daha kontrollü olucam derken yoğurt yedikten sonra ekler yiyip,  iki porsiyon supangle yiyip kusma seviyesinde buldum kendimi. Artık kendime resmen angajman kuralları koyma zamanım geldi ama ne zaman? I don't know.



   Bu yıl ben baya kendimi aştım, sanırım bu karar alma olayı beni baya yönlendirir oldu. Daha kesin ve daha arkasında durulur şeyler yapar oldum. Aslında bu insanların arasındaki ıhmm rekabet ilişkisinden de olabileceğini düşünüyorum. Bu bizleri daha dişli rekabetçiler yapıyor daha girişken ve korkusuz oluyoruz.
   Haa bide şu var sinirlenince gözü dönen tipler var. Bu tipler sinirlenince asla yapmam diyecekleri şeyleri yaparlar. Hırs, sinirini çıkarmak için yaparlar genelde. Ben mi yok canım ben onlardan değil-dim ama işin aslı meğerse öyleymişim. Beni sanırım arkadaş çevrem gene bunalttı ve bende  İstanbulu en sapığı gözü ile bakılan insanına akşam kahve içmek için davet ettim. Evet sanırım sen okurumu da elden geçirmiş olma ihtimali baya yüksek olan biri. Çünkü dış görünüş bakımından çoğu kişiye göre çekici bulunan bi tip. Aslında biz bunla malum uygulama üstünden konuşmuştuk bir yıl önce ve benim telefonum bozulmadan önce bana numarasını vermişti.  Ara ara yazışıyorduk. Arkadaşlarımla da kavga edince ben hangi akla hizmet öyle davet ettiysem, bir kaç gün sonra karşımda buldum. Sohbetimiz uyuştu ve ona güzel bir dille hiç bişi istemediğimi ifade ettim, oda anlayışla karşıladı. Sonra biz her nasıl olduysa best friend gibi bişi olduk ama arada böyle garip bi çekimde vardı. Daha sonra ben ilgisizleşince aramız bozul şimdi konuşmuyoruz. Konuşmuyor oluşumuz iyi mi oldu kötü mü oldu hiç bir fikrim yok etrafımdaki kimse ondan haz etmedi, onun tuhaf aurosu herkesi kötü yönde etkiledi..

   Birde şuan öyle bir noktadayım ki, ulaşılmaz sandığımız insanların gerçekten de o kadar fazla ulaşılmaz olmadığını daha çok farkına vardığım o tuhaf noktadayım. Aynı şekilde başaramayacağım gibi gözükün şeylerin aslında o kadarda güç  bir şey olmadığının farkına daha çok vardım. Ama elbette şuanda bir yerlere gelmek ve elimde tutabileceğim soyut şeyler için daha çok çalışıp daha çok çaba sarf ediyorum. Elbette her şeyin fazlasını istememek lazım bazen hayatınızın köşesine oturup, sırtını yasladığın o köşeden etrafa bakman gerek diye düşünüyorum. Elinde tuttukların ve diğer yandan elinde kaçırdıkların ve kaybettiklerin. Sonra karar veriyorum evet ben daha fazlasını istiyorum.

Umarım Blogumun yeni şeklini beğenmişsinizdir.
Mutlu hafta sonları